BEKLENEN
ŞAFAK
Işığa hâmile kapkaranlık bir dünya..
ve Nebînin zuhuruna az bir zaman kala müjde ve muştu dolu akisler var ufukta..
vicdanlarda tesiri o kadar fazla ki, birçok Mekkeli gelecek son Nebîyi
anlatmakta.. tavsiyeler ve tavsiyeler: Zuhur eder-etmez hemen koşun O’na! Ve
bütünleşin O’nun ruhuyla.!11
Bütün bir beşeriyet canı dudağında ve
herkesin umudu gelecek son kurtarıcıda. Ana-babalar bu kurtarıcının kendi
nesillerinden olmasını istiyor.. ve birçoğu yeni doğan çocuğuna “Muhammed”
ismini veriyor...12
Fakat O, Hz. İbrahim’den İsmail’e
intikalle gelen ve Abdulmuttalip’ten Abdullah’a geçen bir altın silsileden
gelecekti; ve gönüller de bu kanaldan gelecek nuru bekliyordu.
Hâdiseler O’nun geleceğini haber
veriyor; karanlığın koyulaşması, sökün edecek şafağın yaklaştığını
söylüyordu.
O günkü insanlık, hayatı hayat
yapacak olan gâye ve idealden mahrumdu. İnsanların bütün yaptıkları işler,
“Issız çöllerde serab kovalamak gibiydi. Susayan onu su zanneder; nihayet ona
vardığında herhangi bir şey bulamaz.” (Nur, 24/39).
Duygu, düşünce ve davranışlar da
bundan pek farklı değildi. “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibi ki, onu
dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut.. birbiri üstüne karanlıklar..
insan elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez” (Nur, 24/40).
Bu devrin adı “Cahiliye”dir. Ancak
ilmin zıddı olan bir cehalet değil, îman ve inancın karşılığı olan küfrün
mürâdifi cahiliyet...
O devre ait çirkinlikleri kapkara bir
tablo halinde arzedip geçici de olsa ruhlarınıza karanlık bir perde germek
istemem. Bâtılı şöyle-böyle tasvir, zihinleri idlâl eder. Ve bence buna
sebebiyet de bir cürümdür. Fakat yine de o devri anlatabilmek için az da olsa, o
günün örf ve âdetlerinden bazılarına ve sadece bir işaret çerçevesinde temasda
yarar görüyoruz; tâ ki Allah Resûlü’nün, nasıl bütün kâinata bir rahmet olarak
gönderildiği ve bu rahmetin gönderilişinin nasıl bir ilâhî lütuf olduğu daha iyi
idrak edilmiş olsun!.
O’nun gelişi herkes için Cenâb-ı
Hakk’ın en büyük lütfu ve en engin ihsanıdır. Bunun böyle olduğunu bizzat
Rabb’imiz anlatmaktadır:
“İçlerinden,kendilerine Allah’ın
âyetlerini okuyan (kötülüklerden, münkerden) onları temizleyen ve onlara kitap
ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta
bulunmuştur ” (Âl-i İmran, 3/164).
Allah (cc)’ın lütuf, ihsan ve
keremine bakın ki, insanlara kendi içlerinden, özlerinden, onlarla aynı duygu ve
aynı düşünceyi paylaşan; Hakk’a giden yolda onların rehber ve pişdârı olan;
imama ihtiyaçları olduğunda önlerine geçebilen; hatibe ihtiyaçları olduğunda
minbere çıkabilen; emire ihtiyaçları olduğunda, tuğra basıp sikke kesen;
kumandaya ihtiyaç duyduklarında, onları en mükemmel erkân-ı harplerden daha
mükemmel idare eden bir nebî, bir elçi gönderdi.
Hristiyanlıkta yanlış bir akîde
vardır. Onlar Hz. İsa’nın, insanlığın ilk günahını affettirmek için Cenâb-ı Hakk
tarafından fedâ edildiği inancını taşırlar. Yani onlara göre Rabb, fedakârlıkta
bulunmuş ve insanları affetmek için -haşâ!- kendi oğlu olan Mesîh’i fedâ
etmiştir. Dolayısıyla da Hz. İsa -onların yanlış itikatlarına göre- çarmıha
gerilmiş ve Hz. Âdem’le başlayan, daha sonra da her insanın, daha doğarken,
beraberinde getirdiği bu ilk günah böylece affedilmiştir. Bu, bir itikat olarak
yanlış ve bazı tevillere açık yanları itibariyle de dalâlettir. Ancak bu yanlış
telakkinin anlattığı doğru bir telmih vardır. O da şudur: Cenâb-ı Hakk,
insanların günahını bağışlamak; onları sapıklıkta, dalâlette, tuğyanda,
azgınlıkta kendi başlarına bırakmamak için, en sevgili kulunu, Hz. Muhammed
(sav)’i hem de maruz kalacağı şeyleri bildiği halde peygamber olarak
göndermiştir. Tâ ki şaşırıp yollarda kalmasınlar, kalıp da zâyi olmasınlar..
insanlık semâsına çıkıp kâmil birer insan olsunlar.. içlerinde derinleşip her an
ruhlarında Allah (cc)’ı duysunlar.. ve İbrahim Hakkı’nın ifadesi ile,
Rabb’lerini vicdanlarında kenzen bilsinler:
“Sığmam dedi Hakk arz u
semâya
Kenzen bilindi dil
madeninden.”
Gönül öyle bir hazineler menbaıdır
ki, dünyalara sığmayan Hakk, her an en kıymetli bir cevher gibi orada kendini
hissettirir.
Kitaplar, zihinler, düşünceler,
felsefeler, beyânlar, semâ, arz ve bütün mükevvenât Allah (cc)’ı ihâta edemez..
ve bunların hiçbirinin, O’nu ifadeye gücü yetmez. Ancak kalbtir ki, kısmen de
olsa O’nu ifadeye tercüman olabilir. Evet, kalb öyle bir dildir ki, şimdiye
kadar kulaklar, o dilin beyânı kadar parlak bir beyân duymamışlardır.
Öyle ise insan, kalbinde yol almaya,
aradığını orada aramaya ve Rabb’e erip O’nda fâni olmaya çalışmalıdır. Zaten
Allah (cc) Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı onun için bizim aramıza göndermiştir.
Evet, O, insanlığa Allah (cc)’ın
âyetlerini okumak, fasıl fasıl mu’cizelerini gözler önüne sermek ve insana kendi
mahiyetini öğretmek için gelmiştir. Evet O’nun sayesinde beşeriyet tabiat
kirlerinden arınarak, tertemiz hâle gelecek, bedene ait süflîyattan kurtularak
kalb ve ruhun hayat derecesine yükselecekti.. ve yükseldi de. Evet, O, insanlara
kitab ve hikmeti tâlim edecek; insanlık da, kitap ve hikmetin ışıktan dünyasında
kendini bularak, ukbâlara uyanacak ve ebedîleşme yoluna girecekti; neticede öyle
de oldu.
Bizim için çok mühim, bereketli ve
feyiz dolu günler vardır. Bunlardan bazıları da mü’minlerin bayramı sayılır. Her
hafta, Cuma günü yaşanan bu bayram sevincini daha büyük çapta Kurban ve Ramazan
Bayramlarında da yaşarız. Kurban Bayramı Hz. İbrahim’in belli bir buudda
fedakârlık yaptığı, müslümanların da bütün samimiyetleriyle günahlarının affına
yol aradıkları.. ve bu gâyeye ma’tûf, bazılarının Beytullah’a yüz sürüp,
Arafat’ta vakfeye durdukları ve Muhammedî bir ruhla yalvarıp yakardıkları bir
gündür. Ramazan ise, bir ay oruçla Rabb’e yaklaşma sevincini, yaşama sevincini
paylaşmanın ifadesi zengin, dolgun ve bereketli bir bayramdır. Fakat bir bayram
daha vardır ki, o, bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı
sayılır; o da Allah Resûlü’nün dünyaya teşrif buyurarak tenezzülen aramıza girip
bizi şereflendirdiği gündür.. Velâdet-i Ahmediye’dir13. Yani Cenâb-ı Hakk’ın,
tıpkı bir güneş mahiyetinde yarattığı O Nûr’u bir kandil gibi insanlık semâsına
astığı gündür. Evet, O Nûr sayesinde bütün cahiliye karanlıkları yırtılmış ve
âlem nûra gark olmuştur. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın cin ve ins’e en büyük bir lütfu
ve büyük bir ihsanıdır.
|
10 Nisan 2012 Salı
sonsuz nur...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder