"İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji
Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar:Biliyorum canınız sıkılacak,
yüreğiniz kabaracak, üzüleceksiniz ama gerçekleri öğrenmeniz lazım. Daha
yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri
gelişmesin, sadece et yapsın diye... Tavuklar tarladaki patatesler gibi
hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar...
Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor... Bu inanılmaz bir
vicdansızlık... Sonra, görüyoruz her gün gencecik bir kadın meme
kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk
yiyorlardır...
Hocam son dönemde kanser vakalarında patlama
olduğunu, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun ise Türkiye’nin
tarım merkezi olan Antalya-Kumluca’dan geldiğini söylediniz. Peki böyle
başka bölgeler var mı?
Var... Mesela 6-7 ay kadar önce Ergene
tartışıldı. Orası içler acısı bir durumda. Ergene’de olağanüstü bir
çevre kirliliği var. Ozaman Sağlık Bakanlığımız ve Kanser Savaş Daire
Başkanlığı dediler ki, “Orada çok sigara içiliyor, çok alkol
kullanılıyor, o nedenle bu kanserler çıkıyor.” Böyle bir şey sözkonusu
olamaz. Çünkü belgesel bir film hazırlandı bu konuyla ilgili. “Gündöndü”
adında... Orada her şey çok açık.
- Ben izlemedim o filmi...
İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu
Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar
etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri
kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde
Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle
bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyor Trakya’dan,
Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane
sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...”
Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan”
diyorlarmış.
- Kimler diyormuş?
Tarım Bakanlığı
yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini
örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil,
çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O
çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden
aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse
konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim
üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında
ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te
yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey,
“Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.”
Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş,
girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var
Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar
bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam
yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de
geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok.
Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.
- Gelen ürün ne?
Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun
analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi
bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık
her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli;
ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok
kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi
yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından
meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu
içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir,
hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke
vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.
Büyük hastaneler açarak kanseri önleyemezsiniz
- Vahşi doğadan ne istiyorlar?
Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları ilaçlıyorlar. Niye?Belli değil.
- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?
Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya müdahale edemezsin. İstersen
tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman, “Ben buradan yabani
otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde kalmak
zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.
- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?
Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim
tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin
büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve
inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi
kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle
insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı
satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam
kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi,
tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı
kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem
aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye
başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak,
umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat
antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu
Amerikan Akademileri bile anlamış değil...Siz civcive antibiyotiği
verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz.
Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak
metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi
azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de
sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor...
- Hiç anlayamadım hocam...
Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için
kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın
isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda
patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu
yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız
anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin
altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da
hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et
yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1
kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?
-
Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de
asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu
kadar vicdansız olabiliyoruz?
Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...
Çocuğunuza yedireceğiniz yumurtaya dikkat edin!
- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir söyleşide, “Normalde inek ne
zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama üretici için süt o
kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya
sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor”
diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar
acımasız olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var
aslında... Bir din adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi
lazım. Belki o zaman insanlar düşünmeye başlar...
Diyanet de
maalesef ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor
musunuz, buzağılara etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et
diye yediğin hayvanın eti niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin
Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden
ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle
bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer şey, hormon kullanımında var.
Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana küçücük olmalı,
koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa hayvanlara
bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz,
şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim
önemli değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.
- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?
Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de öyle olmaya başladı. Üretim
artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç parası ödüyorsunuz? Bu
yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.
- Bizde de
gün geçmiyor ki gencecik bir sanatçı meme kanserine yakalanmasın.
Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri. Özellikle meme kanserindeki artışın
nedeni ne?
Bilinmiyor. Ama çok büyük olasılıkla bu insanlar
sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır, tavuktan aldıkları
birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını bilmiyoruz. Ama 8
ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım hormonal
manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka
bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da
tarım bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında
hormonsuz hayvan yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar
şişiyor, pazara gönderiliyor” diyor.
- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...
İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa
kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir
arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının
bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir
sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor”
demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta
veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya
döndük, bir sorun kalmadı” diyor.
- Yumurtada ne var ki?
Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak
zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir
şey.
- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...
Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi
gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken
tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser.
Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz,
süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını bol
miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense
bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu
olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan
çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir
köylü telefon ediyor, kanser... Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü
Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca
ellerinde tavuk kalmadı...
Başbakan’ın bizzat tarıma el atması lazım, gidiş iyi değil!
- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?
İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra
aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan
bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman.
Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek
oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var.
Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en
önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de,
ortam kötü de... Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının
böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat
tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş
değil.
"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder